Bugün hissedilen şeylerin kendi içimizde kalması gerektiğini konuştuk, göstermemeyi. Hissettiğim şey sevgi ve mutluluksa göstermemeyi çok iyi beceriyorum, yeteneksizleşiyorum adeta. Ama eğer acı, mutsuzluksa dibine kadar yaşıyor ve çevremdeki insanlara da yaşatıyorum. Çok saçma değil mi bu. Ne boktan bir yapım var aslında. Neyim doğru ki zaten. Hissettiklerim bana kalsın diyorum bazen ama acıyı bir yere akıtmazsan eğer seni zehirliyor. Bazen ölecek gibi oluyorsun.
Bugün soğukta bir bankta acıdan hissizleşmiş bir biçimde oturdum. Bir kalkanım var. Bazı kötü düşünceleri dışarıda tutmamı sağlayan bir kalkan, beni acıdan uzak tutan bir kalkan. Ama onu yaratırken bir yerinde zayıf bir alan bırakmış olacağım ki her zaman koruyamıyor beni. Bir şeyle, ufacık, anlamsız, gereksiz bir şeyle deliniyor. Tek bir şeyle. İşte o zaman dışarıda tuttuğum bütün her şey hücum ediyor, sızıyor beynime, dağılıyorum. Dağıldım. Yine. Oturdum ben de, izin verdim kendime. Ağlamak için, kızmak için, üzülmek için, pişman olmak için, acı çekmek için, her şeyi düşünmek, hissetmekten kaçtığım her şeyi hissetmek için. 5 dakika, 10 dakika, 15 dakika, 20 dakika. Ta ki ellerimi hissetmediğimi anlayana kadar. Sonra yeniden oluşturdum o kalkanı. Bu sefer daha sağlam, daha hatasız. Ama mutlaka yine delinecek biliyorum. Bir şeyle, yeniden. Yine de umudum var. İyi kalabilmeye.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder