Geleceksen hemen gel. Kasım güzel aydır, kaçırmayalım.

Yanağımdaki o gizli gülümsetme tuşuna basamıyor kimse uzun zamandır.

Hep anlaşılmak, anlaşılmak, gerçekten sevdiğin şeyleri biriyle paylaşmak ve onun da sevmesi isteği, ihtiyacı.

Sonrası hayal kırıklığı. Sevdiğim insanlar pek tabi var. Ama beni gerçekten anlayan insanlar. Onlar çok az. Ve uzaklıkları çok canımı yakıyor.
Günün mutluluk kaynağı.

Ah Muhsin Ünlü.

Zorla şiir yazılmaz
Zorla seni de sevemem ama sen biraz zorla
Ve sev beni.

Bir kutu antidepresan almışcasına hissizim, dünya yıkılsa umrumda olmayacak adeta.

Kendimi kötü düşüncelerle sınayıp tepkilerimi ölçüyorum ama yok, zerre duygu, his yok içimde şu an. Sevdim bu halimi. Sanki acı yokmuş, hiç olmamış, uyuşmuş gibi. Bazen hissizlik hissetmekten daha cazip. Acı çekmeye dayanamadığımız için yeri geldiğinde bile isteye uyuşturmuyor muyuz kendimizi, ağrı kesicilerle, morfinlerle. Bu da vücudumun bana yardımı herhalde. ''Yeter bu kadar acı, biraz nefes al bakalım, evet böyle işte aferin, hiçbir şey hissetme bir süre.'' dedi sanki. Bir anda ama. Buna alışmak istemiyorum hiç. Geldiği gibi gitmesinden korkuyorum. Böyle devam edemez mi hep? Bence etsin. En azından acı hissinden mutluluk hissine tamamen geçene kadar bir şey hissetmeyeyim. Sonra bir bakayım, mutlu olmuşum.

''Acemi bir bulut bozuyor bütün görüntüyü eski bir şarkı gibi''

Televizyonda, yüzlerini hiç görmediğimiz ama seslerini duymaya aşina olduğumuz kişilerin ballandıra ballandıra avantajlarını anlattıkları sitelerin reklamlarını gördükçe midem bulanıyor. Nerede kaldı diyorum cadde üstündeki üç katlı binalar, çiçekli, tahta sandalyeli, masalı balkonlar, rengi solmuş eski duvarlar. Bir gökdelenin 50. katında oturmuşsun bütün şehri görmüşsün ne anlamı var yoldan geçen arabaların seslerini duymuyorsan ya da insanları izleyemiyorsan. Evinde yepyeni ama bir o kadar boş eşyalar olmuş ne çıkar, bir anlamı, bir hikayesi, bir değeri yoksa eğer. Eskiyi çok özleyecek kadar eski kafalıyım evet. Muhtemelen sevdiğim tek yanım da bu.

''Yeminler edersin, lanetler okursun... Ama sona yaklaştımı, her şeyi bırakır ve gidersin.''

Bu sözlerin, cümlelerin, dizelerin beynimde bir anda şimşek gibi çakması olayı ilginç oluyor bazen. Başlıktaki söz Benjamin Button'danmış mesela. Hangi sahne onu bile hatırlamıyorum, ama cümleyi bir anda olduğu gibi hatırladım. Alakasız olmadı bu sefer gerçi.

Dedim ki, ''Keşke kendimiz için doğru olanı yapmamızı sağlayacak cümleleri kurduğumuzda hissettiklerimiz de o cümlelerden nasibini alsa.'' Her seferinde yeminler edersin, lanetler okursun, istersin, çok istersin ama geçmez mesela. Ne yaparsan yap o hissi öldüremezsin. İşte ben de böyle bir durumdayım. Sürekli kendime olması gerekeni söyleyip olmaması gerekeni yaşıyorum. Ve bir türlü o son gelmiyor, her şeyi bırakıp gidemiyorum.

Neden her şeyi bırakıp gidemiyorum?

''Bak çayım sigaram, her şeyim tamam''

Canım.

''Sesin senin...''

Aslında Cemal Süreya'nın en hoşlanmadığım şiiri ''Biliyorum Sana Giden'' şiiridir. Yani hoşlanmamak da değil de şiirin bütününü değil parça parça bazı dizelerini seviyorum. Hatta bana kalsa o sevdiklerimi birleştirir apayrı bir şiir yaratırım ama ustaya saygı. Şu an beni anlatan kısmına gelirsek eğer, ki hatırlamamın sebebi de o;

''Çocukça ve seni üzen girişimlerim oldu;
Bağışla bir daha tekrarlanmaz hiçbiri

Rastlaşmamak için elimden geleni yaparım
Bu böyle pek de kolay değil gerçi...

İnan belli etmem, seni hiç rahatsız etmem,
Son isteğimi de söyleyebilirim şimdi:

Bir geceyarısı yazıyorum bu mektubu
Yalvarırım onu okuma çarşamba günleri.''

''Yalnızlık, bir ovanın düz oluşu gibi bir şey''

Lacivertle mavi arası bir renkte kenarları olan hafif kirli pencereden bakıyorum. Bulunduğum yer uçsuz bucaksız sarı tepelerle kaplı. Buranın adı Gölbaşı filan değil Tepebaşı olmalıymış diye düşündürüyor. İnsanda koşma isteği uyandırıyor bu tepeler. Durmaksızın koşma isteği. Başımı sola çevirince insanları görüyorum. Hepsinin rengi, ışığı birbirinden farklı. İnsanlar mutlu, insanlar gülüyor, bir şeylerle uğraşıp, aitlikleriyle, bağımlılıklarıyla, aşklarıyla, üzüntüleriyle, insanlıklarıyla hayatlarına devam ediyor. Oysa ben hiçbir yere ait hissetmiyorum kendimi. Hiçbir renge ait hissetmiyorum. En yalın halimle, dakikalarımı hem bomboş hem de eskiyle dolu düşüncelerle öldürüyorum. Ne israf. Bazen içimi derin bir özlem kaplıyor. Bir şeylere duyulan bir özlem mi yoksa bir kişiye duyulan bir özlem mi. Bilmiyorum. Ayırt edemiyorum. İhtiyaç duyuyorum içimde, güçlü bir ihtiyaç. Neye olduğunu bilmeden. Nefes alma ihtiyacı gibi. Yaşamam yarım kalıyor sanki. Yaptığım, hissettiğim her şey yarım kalıyor.

''Yalnızlık, o şeyin varolmayışı gibi bir şey''
Son zamanlarda izlediğim en iyi film.

''Saatler uzun, günler...''

Unutmayı nasıl bir bileklikle bağdaştırabiliriz bir bakalım.

Bütün yaz taktığım ve onunla yandığım bilekliğin bileğimde bıraktığı iz hem her geçen gün biraz daha normale dönerken hem de belirgin bir şekilde hep orada durup bana eskiden yerinde olan şeyin hatırlatması gerekenleri hatırlatıyor. Ne zaman ki orası normal rengine dönecek o zaman tam anlamıyla unutacağım.

Hayır tabi ki kendimi kandırmıyorum. Ne alakası var?

Gideyim de Yarım Kalan Yürüyüş'ün son iki sayfasını okuyayım. Bitsin istemiyorum hiç gerçi.

''Onunla aşkımız, o diyorum ona, bir kez söylenmiş ve istense de bir daha geri alınamaz kırıcı sözler gibiydi''

Kahve içtim, fincanı kapattım. Teyzem gelse de falıma baksa.

Evde yalnız kalmayı eskiden çok severdim. Artık hiç sevmiyorum. ''Yalnız'' kalmayı sevmiyorum. Ne sokaklar iyi geliyor bana aslında, ne insanlar, ne eşyalar, ne odam, ne kitaplarım. Hiçbir şey yalnızlığımı alıp götürebilecek, içimdeki boşluğu ve ıssızlığı doldurabilecek büyüklükte değil sanırım.

Yorgunum.

''Beklemek gövde kazanması zamanın''

Başlıklarım Cemal Süreya.

Ben Cemal'i çok severim. En çok Cemal'i severim hatta -bunu blog başlığından ve blog url'sinden anlamak da mümkün-. Çünkü hislerime bir o ve bir onun şiirleri tercüman olur bu kadar içten, bu kadar derinden. Birinin şiirleri daha tercüman olurdu ya oralara hiç girmeyelim.

Cemal diye hitap ediyorum da sanki kırk yıllık ahbabım.

Neyse diyeceğim şudur ki diyeceğim, aslında diyeceğim bir şey de yok, ara ara bir dizesi, bir şiiri canlanır zihnimde, bir anda beliren bir resim, bir fotoğraf gibi. Aklıma gelir. Ben her aklıma gelişinde o dizeyi başlık atıp buraya yazmayı planlıyorum. Galiba iyi de yapıyorum.

Bilmem.

Bir sonraki dizeyi bekleriz biz de, gövde kazanır zaman.

''Bir mısra daha söylesek sanki her şey düzelecek''

Bir mısra daha söylemeyi içeren bir mısra söyledim. Hadi her şey düzelsin.